16 Şubat 2013 Cumartesi

çaresizseniz çare...?

çaresizseniz, kulsunuz.. ne kader çaresizseniz, o kadar kulsunuz. çaresizseniz çare rabbiniz, siz değilsiniz. işte bu nokta hayat hikayesinin kahramanının doruk noktası. uluhiyyet makamının karşısında diz çöküp, küçülüp, tevazu ile olgunlaştığı an...

çok mu karışık geldi bilemiyorum ama sosyal paylaşım (!) sitelerinde her gün onlarca paylaşılan ve egoları hormonlamaktan başka bir işe yaramayan lafazanlıklar kadar değildir herhalde. herkes filozof, herkes şair, herkes yazar. eh bir eksik bir fazla farketmez deyip biraz da biz külahtan yukarı taşalım dedik. 
acaba kur'an deryasına olta atsak ne çıkar bahtımıza? hani hz. adem kandırılıp cennetten olmuştu da nasıl bir çaresizlikle tevbe edip yalvarmıştı rabbine? zamanı gelmeden yurdunu terkeden hz. yunus, yalnızca mevlasına duyurmuştu pişmanlığını. hz. yusuf'u önce kuyudan sonra mahpusdan çekip çıkaran, olgun bir hükümdar ve peygamber yapan, çaresizliğin samimiyeti ile edilmiş duadan başka neydi? kur'an-ı zikir'in bu duaları, tevbeleri bize anlatırken bu kadar tafsilatlandırması, süreci bize an be an yaşatıp onlarla özdeşleştirmesindeki maksat nedir? zaman zaman kimi çaresizlik kuyularından, zindanlarından, deryalarından çekip çıkarmamıştır allah'ın hz. rasul'e şu hitabı: "rabbin seni terketmedi, sana darılmadı da"

şimdi hangi tekebbür çareyi kendinde görür de başlı başına mürebbi olan olan biçareliğin tedrisatından diploma alabilir? mahzun, mahcup, miskin halin lisanı duanın da istikameti elbette mevla, nasır, karib olan makamadır. 
çaresizseniz çare...?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder