Biyolojik
bitkisel hayat nedir, insana ne hissettirir bilmiyorum. Duygusal anlamda ise o
arafta kalma hissini yakinen yaşıyorum. Ölüm ile kalım arasındaki o araf
duygusunu. Hiç mücadele etmeden kalmak için. Gidişin penceresinden süzülen o
ışık ölümü daha cazip gösteriyorken…
Son
zamanlarda dillendirdiğim bir tanım; “içimde kocaman bir duygusal mezarlık var”.
Özde hayatımı üzerine inşa ettiğim felsefî doğruları yapmaya çalışırken;
görüntüde onca yanlış zanlara sebep olmak. Doğru görünen özü yanlış pek çok hayat
yahut durumu serdedenlere bu kadar diyet ödetilmemişken. Çaresizliklerin
içindeyken bile başkalarını çaresizliğe mahkûm etmemek için didinirken… Kabukla
özü suret ile sîreti birleştirmenin imkânsız olduğunda; özü ve sîreti tercih
ederek, kabuk ve surete göre yargılanıp, ebedî nefret ve suçlamaya mahkûm
edilirken… Bütün dünyaya karşı durabilecek gücün olduğu halde, sevdiklerin ve
değer verdiklerinle karşı karşıya kaldığında bir serçe gibi çaresiz ve sesi
duyulmayan çırpınışlarla yüreğini anlatmaya çalışırken… Tek bir şey duyurmak
istiyorum: “ben kötü biri değilim, kötülük de yapmadım/yapmam”.
Yusuf’un
kuyusunda, Nuh’un gemisinde, İbrahim’in mancınığında, Musa’nın kaçışında,
Meryem’in çıkmazında kendimi arıyorum. Yusuf gibi çaresiz, Nuh gibi canını terk
ediş, İbrahim gibi hızla ateşe gidiş, Musa gibi suçluluk duyuş, Meryem gibi
açıklayamadığının utancıyla geri dönüş… Sonra Amenerrasûlü’deki “Rabbin
kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemez” seslenişi geliyor araftaki aklıma;
hayat penceresinden süzülen o ümit ışığı… Hani “O”nun ameller niyetlere göredir
beyanına karşılık; özdekini/sîrettekini bilene ben kulunun niyazı da şudur: “Rabbim! Niyetim sana mâlûm; amelim yanlışsa
doğrult, kabuğu/sureti yanlışsa sevdiklerime özündeki/sîretindeki niyetimdeki
hakikati göster!”
hatice gökce kömürcü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder